Defne
New member
“Etekleri Zil Çalmak” Atasözü Üzerine: Sevinç, Özgürlük ve Toplumsal Cinsiyetin Yankıları
Birlikte Düşünmeye Davet
Bazı kelimeler, sadece sözlük anlamlarını değil; toplumun tarihini, düşünce biçimini ve hatta adalet anlayışını taşır. “Etekleri zil çalmak” atasözü de bunlardan biridir. Klasik tanımıyla bu deyim, birinin çok sevinmesi, mutluluktan yerinde duramaması anlamına gelir. Ancak, bu basit gibi görünen sözün ardında, yüzyılların toplumsal cinsiyet algısı, kadın bedenine yüklenen semboller ve duyguların cinsiyetlendirilmiş ifadesi yatar.
Bugün bu sözü sadece bir dil kalıbı olarak değil; toplumsal bir gösterge, cinsiyetin nasıl şekillendirildiğini anlatan bir pencere olarak ele almak istiyorum. Çünkü dil, sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda kimliğimizin, gücümüzün ve sınırlarımızın da aynasıdır.
Dil, Cinsiyet ve Kültürel Kodlar
“Etekleri zil çalmak” ifadesinde geçen “etek”, tarih boyunca kadınlıkla özdeşleştirilen bir giysidir. Bu yüzden deyim, doğrudan ya da dolaylı biçimde kadın bedeni üzerinden bir duygunun anlatımına dayanır. Oysa bir erkek için aynı duyguyu dile getirmek üzere “sevincinden yerinde duramamak” ya da “çocuklar gibi sevinmek” denir.
Burada dikkat çekici olan, kadınların sevinci bile “bedensel” bir imgeyle anlatılırken, erkeklerin sevincinin “davranışsal” ya da “mantıksal” bir dille tarif edilmesidir. Bu fark, sadece dilin cinsiyetçiliğini değil, toplumun duygulara bakışını da açık eder: Kadının duygusu “gösterilendir”, erkeğin duygusu “kontrol edilendir.”
Kadınların Empati Odaklı Sevinci
Kadınlar tarih boyunca toplumun duygusal yükünü taşımaya alıştırılmıştır. Mutlulukları bile çoğu zaman başkalarının mutluluğuna bağlı kılınır: “O mutluysa ben de mutluyum.” Kadınların “etekleri zil çalarken”, bu sevinç genellikle yalnızca kendilerine değil, çevresine yayılan, paylaşımcı bir mutluluktur.
Bir annenin çocuğunun başarısında, bir arkadaşın diğerinin iyiliğinde ya da bir toplumda kadınların kazanılmış haklarında hissettiği mutluluk empatiyle yoğruludur. Fakat aynı toplum, kadının sevincini abartılı bulur; “fazla sevinmek” kadına yakıştırılmaz. Bu yüzden “etekleri zil çalmak” deyimi, zamanla hem coşkunun hem de “hafifliğin” bir göstergesi gibi algılanmaya başlanmıştır.
Bu da bize şunu gösterir: Toplum, kadının ne kadar güleceğini, ne kadar ağlayacağını ve ne kadar sevineceğini bile belirleme hakkını kendinde görmüştür.
Erkeklerin Çözüm Odaklı Sevinci
Erkeklerde sevinç, genellikle başarı ve çözümle özdeşleştirilir. Bir erkeğin mutluluğu, çoğu zaman bir hedefe ulaşmakla açıklanır: “Maçı kazandı, işi aldı, hedefini başardı.” Bu nedenle erkeklerin sevinci dışa vurulduğunda bile bir mantık, bir gerekçe taşır.
Toplumsal olarak, “kontrollü sevinç” erkeklik göstergesi sayılırken; “taşkın mutluluk” ise “çocuksuluk” veya “zayıflık” olarak görülür. Oysa bu da bir tür duygusal yoksullaşmadır. Çünkü duygularını bastıran, ölçüp biçen bir birey, zamanla kendi doğallığını da yitirir.
Toplumsal cinsiyet kalıpları, erkeklerin sevinçlerini bile şekillendirir. Kadınların empatik ve duygusal sevinciyle erkeklerin analitik ve sonuç odaklı sevinci arasındaki fark, bireysel tercihlerden çok toplumsal beklentilerin ürünüdür.
Sosyal Adalet Bağlamında Bir Deyim
“Etekleri zil çalmak” gibi atasözleri, toplumun dilsel hafızasında cinsiyet eşitsizliklerinin izlerini taşır. Dildeki bu kalıplar, küçük görünse de, kolektif bilinçte büyük farklar yaratır.
Sosyal adalet perspektifinden baktığımızda, dildeki bu ayrımlar sadece “söz” değildir; aynı zamanda kimlerin görünür, kimlerin sessiz kalacağına dair bir kültürel karardır. Kadın bedeni, duyguların taşıyıcısı olarak sürekli ön plandadır; ancak aynı zamanda kontrol edilmesi gereken bir unsur gibi görülür.
Bir kadın çok sevinirse “abartılı”, üzülürse “duygusal”, sessiz kalırsa “soğuk” olur. Yani hangi duyguyu yaşarsa yaşasın, toplum o duyguya bir sınır çizer. “Etekleri zil çalmak” deyimi bu sınırların sembollerinden biridir: Kadının sevincini bile zarifçe süsleyen, ama aynı zamanda onu belli bir çerçeveye hapseden bir kültürel imgedir.
Çeşitlilik ve Duyguların Hak Eşitliği
Duyguların da bir “çeşitliliği” vardır. İnsanlar farklı şekillerde sevinir, farklı biçimlerde korkar, farklı nedenlerle susar. Ancak toplum, özellikle kadınların ve azınlıkların duygularını tek bir kalıba sokmaya eğilimlidir.
Bir kadın yüksek sesle kahkahalar attığında “edepsiz”, bir erkek ağladığında “zayıf” olarak görülür. Oysa duyguların cinsiyeti yoktur. Gerçek çeşitlilik, insanların duygularını özgürce ifade edebilmesinde yatar.
Sosyal adaletin duygusal boyutu da tam burada başlar: Herkesin sevincinin, korkusunun, öfkesinin eşit derecede saygı görmesi.
Yeni Bir Dil, Yeni Bir Duyarlılık
Dildeki her cinsiyetçi kalıp, eşitsizliğin yeniden üretildiği bir alandır. Bu yüzden “etekleri zil çalmak” gibi deyimlere tamamen karşı çıkmak değil, onları yeniden yorumlamak gerekir. Kadınların etekleri değil, insanlığın yüreği çalmalı artık o zilleri.
Duyguların özgürleştiği, toplumsal cinsiyetin duvarlarının yıkıldığı bir toplumda, sevinç de daha hakiki olacaktır. Belki de yeni kuşakların sözlüğünde “etekleri zil çalmak” artık sadece kadınlara değil, herkese ait bir ifade haline gelir.
Birlikte Düşünelim
Peki sizce dilimizdeki bu tür deyimler, farkında olmadan eşitsizliği yeniden üretiyor olabilir mi?
Bir kadının sevincini dile getirirken neden hâlâ “etek” gibi bedensel imgeler kullanıyoruz?
Erkekler duygularını daha özgürce ifade etse, kadınlar da duygularını bastırmadan yaşayabilse, toplumun dili nasıl değişirdi?
Ve en önemlisi: Biz kendi duygularımızı ifade ederken ne kadar özgürüz?
Bu soruların cevabı sadece bir deyimde değil, o deyimi söyleyen toplumun vicdanında saklı.
Belki de gerçek özgürlük, “etekleri zil çalan” bir mutluluğun artık kimseyi rahatsız etmediği gün başlayacak.
Birlikte Düşünmeye Davet
Bazı kelimeler, sadece sözlük anlamlarını değil; toplumun tarihini, düşünce biçimini ve hatta adalet anlayışını taşır. “Etekleri zil çalmak” atasözü de bunlardan biridir. Klasik tanımıyla bu deyim, birinin çok sevinmesi, mutluluktan yerinde duramaması anlamına gelir. Ancak, bu basit gibi görünen sözün ardında, yüzyılların toplumsal cinsiyet algısı, kadın bedenine yüklenen semboller ve duyguların cinsiyetlendirilmiş ifadesi yatar.
Bugün bu sözü sadece bir dil kalıbı olarak değil; toplumsal bir gösterge, cinsiyetin nasıl şekillendirildiğini anlatan bir pencere olarak ele almak istiyorum. Çünkü dil, sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda kimliğimizin, gücümüzün ve sınırlarımızın da aynasıdır.
Dil, Cinsiyet ve Kültürel Kodlar
“Etekleri zil çalmak” ifadesinde geçen “etek”, tarih boyunca kadınlıkla özdeşleştirilen bir giysidir. Bu yüzden deyim, doğrudan ya da dolaylı biçimde kadın bedeni üzerinden bir duygunun anlatımına dayanır. Oysa bir erkek için aynı duyguyu dile getirmek üzere “sevincinden yerinde duramamak” ya da “çocuklar gibi sevinmek” denir.
Burada dikkat çekici olan, kadınların sevinci bile “bedensel” bir imgeyle anlatılırken, erkeklerin sevincinin “davranışsal” ya da “mantıksal” bir dille tarif edilmesidir. Bu fark, sadece dilin cinsiyetçiliğini değil, toplumun duygulara bakışını da açık eder: Kadının duygusu “gösterilendir”, erkeğin duygusu “kontrol edilendir.”
Kadınların Empati Odaklı Sevinci
Kadınlar tarih boyunca toplumun duygusal yükünü taşımaya alıştırılmıştır. Mutlulukları bile çoğu zaman başkalarının mutluluğuna bağlı kılınır: “O mutluysa ben de mutluyum.” Kadınların “etekleri zil çalarken”, bu sevinç genellikle yalnızca kendilerine değil, çevresine yayılan, paylaşımcı bir mutluluktur.
Bir annenin çocuğunun başarısında, bir arkadaşın diğerinin iyiliğinde ya da bir toplumda kadınların kazanılmış haklarında hissettiği mutluluk empatiyle yoğruludur. Fakat aynı toplum, kadının sevincini abartılı bulur; “fazla sevinmek” kadına yakıştırılmaz. Bu yüzden “etekleri zil çalmak” deyimi, zamanla hem coşkunun hem de “hafifliğin” bir göstergesi gibi algılanmaya başlanmıştır.
Bu da bize şunu gösterir: Toplum, kadının ne kadar güleceğini, ne kadar ağlayacağını ve ne kadar sevineceğini bile belirleme hakkını kendinde görmüştür.
Erkeklerin Çözüm Odaklı Sevinci
Erkeklerde sevinç, genellikle başarı ve çözümle özdeşleştirilir. Bir erkeğin mutluluğu, çoğu zaman bir hedefe ulaşmakla açıklanır: “Maçı kazandı, işi aldı, hedefini başardı.” Bu nedenle erkeklerin sevinci dışa vurulduğunda bile bir mantık, bir gerekçe taşır.
Toplumsal olarak, “kontrollü sevinç” erkeklik göstergesi sayılırken; “taşkın mutluluk” ise “çocuksuluk” veya “zayıflık” olarak görülür. Oysa bu da bir tür duygusal yoksullaşmadır. Çünkü duygularını bastıran, ölçüp biçen bir birey, zamanla kendi doğallığını da yitirir.
Toplumsal cinsiyet kalıpları, erkeklerin sevinçlerini bile şekillendirir. Kadınların empatik ve duygusal sevinciyle erkeklerin analitik ve sonuç odaklı sevinci arasındaki fark, bireysel tercihlerden çok toplumsal beklentilerin ürünüdür.
Sosyal Adalet Bağlamında Bir Deyim
“Etekleri zil çalmak” gibi atasözleri, toplumun dilsel hafızasında cinsiyet eşitsizliklerinin izlerini taşır. Dildeki bu kalıplar, küçük görünse de, kolektif bilinçte büyük farklar yaratır.
Sosyal adalet perspektifinden baktığımızda, dildeki bu ayrımlar sadece “söz” değildir; aynı zamanda kimlerin görünür, kimlerin sessiz kalacağına dair bir kültürel karardır. Kadın bedeni, duyguların taşıyıcısı olarak sürekli ön plandadır; ancak aynı zamanda kontrol edilmesi gereken bir unsur gibi görülür.
Bir kadın çok sevinirse “abartılı”, üzülürse “duygusal”, sessiz kalırsa “soğuk” olur. Yani hangi duyguyu yaşarsa yaşasın, toplum o duyguya bir sınır çizer. “Etekleri zil çalmak” deyimi bu sınırların sembollerinden biridir: Kadının sevincini bile zarifçe süsleyen, ama aynı zamanda onu belli bir çerçeveye hapseden bir kültürel imgedir.
Çeşitlilik ve Duyguların Hak Eşitliği
Duyguların da bir “çeşitliliği” vardır. İnsanlar farklı şekillerde sevinir, farklı biçimlerde korkar, farklı nedenlerle susar. Ancak toplum, özellikle kadınların ve azınlıkların duygularını tek bir kalıba sokmaya eğilimlidir.
Bir kadın yüksek sesle kahkahalar attığında “edepsiz”, bir erkek ağladığında “zayıf” olarak görülür. Oysa duyguların cinsiyeti yoktur. Gerçek çeşitlilik, insanların duygularını özgürce ifade edebilmesinde yatar.
Sosyal adaletin duygusal boyutu da tam burada başlar: Herkesin sevincinin, korkusunun, öfkesinin eşit derecede saygı görmesi.
Yeni Bir Dil, Yeni Bir Duyarlılık
Dildeki her cinsiyetçi kalıp, eşitsizliğin yeniden üretildiği bir alandır. Bu yüzden “etekleri zil çalmak” gibi deyimlere tamamen karşı çıkmak değil, onları yeniden yorumlamak gerekir. Kadınların etekleri değil, insanlığın yüreği çalmalı artık o zilleri.
Duyguların özgürleştiği, toplumsal cinsiyetin duvarlarının yıkıldığı bir toplumda, sevinç de daha hakiki olacaktır. Belki de yeni kuşakların sözlüğünde “etekleri zil çalmak” artık sadece kadınlara değil, herkese ait bir ifade haline gelir.
Birlikte Düşünelim
Peki sizce dilimizdeki bu tür deyimler, farkında olmadan eşitsizliği yeniden üretiyor olabilir mi?
Bir kadının sevincini dile getirirken neden hâlâ “etek” gibi bedensel imgeler kullanıyoruz?
Erkekler duygularını daha özgürce ifade etse, kadınlar da duygularını bastırmadan yaşayabilse, toplumun dili nasıl değişirdi?
Ve en önemlisi: Biz kendi duygularımızı ifade ederken ne kadar özgürüz?
Bu soruların cevabı sadece bir deyimde değil, o deyimi söyleyen toplumun vicdanında saklı.
Belki de gerçek özgürlük, “etekleri zil çalan” bir mutluluğun artık kimseyi rahatsız etmediği gün başlayacak.